Çağrının pdf halini burada bulabilirsiniz.
Bugün, açıktır ki kapitalist ilişkiler, gezegenin tümünde kurulmuş olan neoliberalizm dolayısıyla, milliyetçilik ve ataerkiyle birlikte şiddetleniyor.
Teller ve sınırlar yalnızca fiziksel alanda değil, fakat sosyal ilişkiler üzerinde de kuruluyor. Yine de, göçmenlerin hareketleri ve ulusaşırı direnişleri düzenli olarak sistemde yeni çatlaklar ve keşfedilmemiş bir dünyaya doğru yeni başlangıçlar ve yeni patikalar üretiyor.
Daha spesifik olarak, ulus-aşırı ve küresel anlaşmalar ayrıca "serbest" piyasaları özgürleştiriyor, gümrük vergisi sınırlandırmalarının yükseltilmesi zenginlerin mülkiyet haklarını garantiye alıyor. Aynı zamanda refah devletinin ilk tomplumsal sözleşmesi bozuluyor ve neoliberal devlet şirketlerin yönetici-ortağı rolünde hak iddia ediyor, kendi yasama ve yürütme güçlerinin bazılarını elinde tutmak için sadece ordu ve polisi kullanıyor. Cinsiyet baskısı, ırkçılık ve faşizm toplumun kontrolü için tekrardan harekete geçiriliyor.
Yine de, ayaklanma, isyan, kampanyalar ve hareketler şeklindeki toplumsal direnişler bu son “kriz” sürecinden önce ve bu süreç boyunca tüm bunlarla mücadele etti. Bunun başlıca örnekleri 2005'in Kasım ve Aralık'ında Fransız banliyölerindeki ayaklanmalar, 2006'da Oaksaka Komünü, Aralık 2008'de Yunanistan'daki isyanlar, 2011'de tüm dünyayı etkileyen Arap Baharı, 2011'de İspanya'da İndignagos (Öfkeli) Yurttaşlar Hareketi, 2011'de Londra ayaklanması, 2011'de ABD'deki “İşgal Et” hareketi, Haziran 2013'te İstanbul Gezi Parkı'ndaki direniş, 2013'te Brazilya Baharı, Bosna'da ve diğer Balkan ülkelerinde 2013- 2014 boyunca süren direnişlerdir.
Neoliberalizmin son yapısal krize verdiği yanıtı bazıları aşırı birikimin krizi olarak, diğerleri ise tarafından sivil itaatsizliğin sonucu ya da toprak ele-geçirme ve bütün toplumun üretim ve yeniden üretim araçlarının, kaynaklarının talan edilmesi stratejilerini genişletmek ve şiddetlendirmek için tamamen parasallaştırılmış bir ekonomideki “soyut emek”in uzun zamandır beklenen patlaması olarak yorumladılar.
Güney Avrupa ülkelerindeki kemer sıkma programları, Arap Baharı ülkelerindeki savaş, dini hoşgörüsüzlük, cinsiyet baskısının yoğunlaşması aynı stratejinin parçalarıdır.
Dolayısıyla, bütün halklar kendi ülkelerini terketmek içindir. Kendi doğal ve toplumsal alanlarından mahrum edilmiş bu insanlar göç eder, sınırları, telleri, dikenli telleri, nehirleri, denizleri, madenleri ve polis devriyelerini geçerler. Onlar ayrıca kaçakçılar tarafından sömürüye maruz kalırlar, toplama merkezlerinde alıkonulurlar ve sonra da aşırı derecede kötü şartlarda (çoğunlukla karaborsada ve çoğu kez ücretsiz) bir iş bulmaya zorlanırlar.
Çoğu işten çıkarılmayla sonuçlanır ve yedek işgücü takımına katılır veya seks işçiliğine, kaçakçılığa ya da organ kaçırmaya zorlanırlar.
Yer değiştirmesi gereken insan sayısı arttıkça, inşa edilen sınırlar da artmaktadır. Avrupa Kalesi kontrol etme, hapsetme, sınırdışı etme, yasadışılaştırma ve cezalandırma yöntemleri ve politikalarını uygulayarak kendi krizinin külleri üstünde yükselmektedir. Polis ve ordu operasyonları yoğunlaştırılmakta, NATO resme dahil olmakta, göçmenler ve mülteciler arasındaki ayrımcılık yapılanmakta ve sonuç olarak toplanma kampları, sıcak bölgeler ve sınırdışı etme merkezleri göçmenlerin yönetiminde dayanak olmaktadır.
Afrika'dan ve Ortadoğu'dan Avrupa'ya doğru hareket eden göçmenler pratikte sınırlara, ulusal ve uluslarüstü politikalara karşı mücadele etmekte ve bunlarla avaşmaktadırlar.
Son aylar boyunca, yüzbinlerce insan sınırları geçti ve dayanışma ve özgürleştirme hareketleri büyüyor. Bütün yaratıcılık ve yenilikçiliğiyle göçmen hareketi arzuların, toplumsal ilişkilerin ve hayallerin hapsedilemeyeceğini kanıtlıyor. Onların gücü sınırların ve tellerin ötesine geçiyor.
Bu ayrıca göç sebeplerinin toplumsal cinsiyete, etnisiteye, kültüre, dine ve sınıfa dayalı ayrımcılık ve zorlamaların karmaşık kesişimlerinde bulunduğunu gösterir. Yer değiştimeye zorlanan insanlar hayatta kalma stratejileri geliştirirler, öznel yeteneklerini geliştirirler, diğer göç etmiş insanlarla toplumsal ilişkilerini koordine ederler ve eş zamanlı olarak geride bıraktıkları insanlarla toplumsal ilişki ağları oluştururlar.
Bu nedenle, biz devleti, sermayeyi, ataerkiyi ve ırkçılığı insanlar üzerinde topyekün bir tahakküm olarak ve nitekim göçmenleri de hayırseverliğe, merhamete ve korunmaya muhtaç uysal kurbanlar olarak gören bu fikri anlamamız ve bu fikrin ötesine geçmemiz gerektiğine inanıyoruz.
Son birkaç ayda, birbirleriyle dayanışma içindeki göçmenler ve halk kriz tarafından açılmış kaleydoskopik alanların içinde ve ötesinde bir araya gelmektedirler. Bizler bu toplanmalar ve direnişlerin teşvik edilmesi, onlara istikrarlı ve sürdürülebilir yapılar kazandırılması ve dostluk ve paylaşımın cazibesinin yeniden keşfedilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Tüm bu nedenlerden dolayı, bu yaz Selanik'te Uluslararası 'Sınırlara Hayır' Kampının düzenlememizin kritik bir önem taşıdığını düşünüyoruz.
Özellikle Selanik'i seçme sebebimiz, bu özel şehrin kendini göçün ve hareketin özgürlüğünün kontrol ve idaresi mücadelesinin tam merkezinde bulmuş olmasıdır.
Yunanistan'ın kuzeyinde, Arnavutluk, Makedonya ve Bulgaristan'a sınırı olan Selanik'te, bu coğrafi konumundan dolayı, birçok tutuklama ve sınır-dışı etme merkezi bulunmaktadır. Balkanlar'ın geniş bir bölgesi de olan kuzey Yunanistan'da son birkaç ayda, buradaki 'Sınırlara Hayır' kampı organizasyonu sayesinde üçlendirilebilecek ve geliştirilebilecek olan, birçok girişim ve dayanışma ağı oluştu. Sonuç olarak, bize göre çeşitli yerel politik kolektiflerin koordinasyonu ihtiyacı ve ayrıca mevcut hareket altyapıları Selanik'i Küresel ve uluslaraşırı 'Sınırlara Hayır' Kampı organizasyonu için uygun ve güvenilir bir seçenek yapmaktadır.
Yukarıda anlatılmış olan çerçeveye bağlı olarak, mevcut davetiye aşağıdakilerle ifade edilir:
a) organizasyonun uygulanabilirliği
b) hedefler
d) yapı